PORTRE

                             
"Bu artık doğanın bir yansıması değildi. Bu mezardan bir ölünün yüzüne Işık verilmiş gibi tuhaf bir resimdi."

   Daha önceden Burun, Palto ve Bir İdam Mahkumunun Son Günü hikayelerini okuduğum Gogol, Portre kitabı ile sevdiğim yazarlar arasına girdi. Aslında Rus Edebiyatı pek okumayı tercih ettiğim bir tür değil ama Gogol eserleri klasik Rus Edebiyatı'nın genel özelliklerinden birçoğunu taşımıyor. Örneğin dili daha yalın ve olay örgüsünü takip etmek daha kolay. Ayrıca işlediği konuları da çok beğeniyorum.
   Tamamen şans eseri elime geçen Portre kitabı da diğer eserleri gibi ana konusu dışında bir de alt metne sahip. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde yetenekli olmasına rağmen maddi zorluklar çeken ressam Andrey Petrovich Chartkov'dan bahsediyor. Chartkov, eski bir sanat mağazasına girer ve dükkan sahibinin de baskısıyla oradan eli boş çıkmak istemediği için cebindeki son parayla kenarda kalmış bir resmi satın alır. Ama eve geldiğinde bu resimdeki adamın gözlerinin gerçek gibi olduğunu fark eder ve sanki bakışlarıyla onu takip ediyormuş gibi hissettiği için gece yatarken portrenin üzerini bir örtüyle örter. Buna rağmen rüyasında adamın resimden çıkıp bir çuval altınla yanına geldiğini görür. Kabus içinde kabus görerek uyandığında ise rüyasında elinde tuttuğu altınların ağırlığını hala hissettiğini fark eder. Portredeki adamın bakışları gibi son derece gerçekçi bir kabus görmüştü. Ertesi gün kirasını ödemekte zorlandığı için evine gelen ev sahibinin yanındaki polis sayesinde bu ürkütücü portrenin içinde gizlenmiş olan altınları bulur ve rüyası gerçek olur. Böylece kirasını bile ödeyemeyen bir adamdan, ünlü ve zengin bir ressam olmaya doğru giden merdivenin ilk basamağını çıkmış olur. Fakat artık sanatını sadece para ve şöhret için icra ettiği için resimlerine kattığı duygular kaybolmaya başlar. Zamanla bu mucize lanete döner.
   Kitabın ikinci kısmında ise bu portreyi yapan ressamın ve resimdeki adamın hikayesi anlatılıyor. Herkesin görünce korkuyla yolunu değiştirdiği bir tefeci ölmeden önce unutulma korkusu ile kendi portresini yaptırmak ister. Bu adamın bu kadar ürkütücü olmasının nedenlerinden birisi ondan borç alanların başına hep bir bela gelmesidir. Kendisi yüklü miktarlarda borç verse de sonrasında bu paralarla birlikte bir lanet de insanları takip etmektedir. Bu kötü şöhretiyle güçlü bakışlarının da birleşmesi ile insanlar onun şeytanın kendisi olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Adamın portresini yapan ressam da böyle düşünüyordu ve şeytanın portresini yapma şerefini kaçırmak istemedi. Çizmeye gözlerden başlayarak diğer ayrıntıları yapmaya başladı ama resmi bitiremedi. Adamın enerjisi, bakışları kendi yaptığı resimde bile onu korkutuyordu. Bu yüzden resmi yarım bıraktı ve devam etmeyeceğini söyledi. Sonraki gün ise tefecinin ölüm haberini aldı. Elinde kalan yarım bırakılmış bu portre her geçen gün ressamı çıldırtmaya başladı, ressam onu yok etmek için eline aldığında ise odaya yakın bir arkadaşı girdi ve onu durdurdu. Bu portrenin ressamın en harika eseri olduğunu, onu yok etmesine izin vermeyeceğini söyleyerek portreyi ressamın elinden aldı. Bunun üzerinden geçen haftalarda ressam kendine gelmeye başladı. Ve bir gün resmi ondan alan arkadaşı tekrar gelip portrenin onu delirttiğini ve onu evine aldığından beri sorunların peşini bırakmadığını, resmi başka birine verdikten sonra ise hayatının tekrar düzene girdiğini söyledi. Böylece portre güzelliği ile herkesi  büyüleyip elden ele geçerek korkunç bakışlarını ve üstündeki laneti insanlara geçirmeye devam etti.
                          
Gogol'ün yazılarının en sevdiğim özelliklerinden birisi de Zweig'ın eserleri gibi kısa ve öz şekilde okuyucuya istediği duyguları geçirebiliyor olması. Sadece basit kısa hikayeler olarak okuyup geçebilirsiniz ya da alt metninde ne anlatmak istediğini düşünebilirsiniz. Portre'de ilk bakışta bazılarına ürkütücü bir hikaye, ressamlarla ilgili bir yazı gibi gelebilir. Diğerlerine ise sanat, ün, şöhret ve paranın insanları nasıl değiştirebileceğini, yetenekli insanların dünyevi zenginliklere kapılıp ellerindeki en büyük zenginlik olan sanatı kaybetmemeleri gerektiğini düşündürebilir. Sanatı sanat yapan nedir? Bir eserin gerçekçiliği mi daha önemlidir yoksa sanatçının ruhunu yansıtması mi? Sanat mi toplumu şekillendirir yoksa toplum mu sanata yön verir? Portre kitabini okuduktan sonra bütün bu soruları sorabilirsiniz. 
   Özellikle kitabın ilk bölümünü okurken bu hikayeyi beyaz perdede görmeyi çok istedim. Biraz araştırdığımda ise 1915 yılında sessiz korku filmi olarak çekildiğini öğrendim fakat maalesef geçen uzun yıllarda filmin sadece 8 dakikası bugüne kadar ulaşabilmiş. Günümüzdeki klasik senaryolar yerine bu tarz senaryolar daha çok ilgiyi hak ediyor. Umarım ilerleyen zamanlarda Portre daha çok okuyucuya ulaşır.
PORTRE PORTRE Reviewed by Selin on 12.3.24 Rating: 5

1 yorum:

  1. Ülkü Şencan13/3/24 07:31

    Sanki kitabı hepsini okumuş gibi oldum,konusunu çok güzel anlatmışsın bir sonraki kitabı merakla bekliyorum.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.