"Yaşarken ölü olmak bir mahkumiyettir."
Gotik edebiyatının çok önemli bir parçası olan Vampir, korku kategorisine girse de arkasında oldukça dramatik bir hikaye barındırıyor. Yazarın bu kitabı yazarken aklından geçenler ve basımından sonrasında yaşadıklarını öğrendikten sonra Vampir, okuma listemde ilk sıraya geçti. En sonunda yazardan bahsedeceğim fakat önce kitabın konusuna bakalım.
Hikaye, kız kardeşi ile birlikte yetim kalan Aubrey'nin ailesini kaybettikten sonra Londra'ya yerleşmesi ile başlar. Bu sırada Londra'da herkesin -özellikle kadınların- gözdesi olan Lord Ruthven ile karşılaşır. Lord, fazla insan içine çıkmayan fakat çıktığı zaman herkesin gözlerini üstüne toplayan birisiydi. Evli kadınlar bile onun için kocalarının terk eder Lord ile yakınlaşmaya çalışırlardı. Bunu nasıl yaptığını ise kimse anlayamazdı. İşte bu gizem Aubrey'nin oldukça ilgisini çekmişti ve o da Lord Ruthven'e yakın olmak, onun bu gizemli cazibesini anlamak istemişti. Böylece bir yolunu bulup Lord Ruthven'e yolculuklarından birinde eşlik etmek üzere yola çıktı. Yolculukları sırasında Lord'u gözlemleyip analiz etmeye çalıştıysa da bu düşündüğü kadar kolay olmuyordu. Bir süre sonra Roma'ya varırlar fakat bazı olaylar sonrasında Aubrey rotasını değiştirerek Atina'ya gider. Orada bir süre kaldıktan sonra Ianthe adında Yunanlı bir kıza aşık olur. Fakat maalesef birlikte fazla zamanları olmaz çünkü Ianthe, Aubrey'nin gözleri önünde korkunç bir saldırıya uğrayarak hayatını kaybeder. Canını zor kurtaran Aubrey ise o gün yaşadıklarından sonra bir daha eski haline dönemez. Böylece Lord Ruthven ile ilgili korkunç gerçeği de öğrenir ve hayatı tepetaklak olmaya başlar.
Vampir, günümüzde medyaya yansıtılan modern vampir hikayelerinin atası diyebiliriz. Fakat benim için bu eserin asıl ilgi çekici özelliği kitabın edebi niteliğinden daha çok arkasında yatan hikayesiydi. Öncelikle bu kitabı eleştirirken unutmayalım ki J. William Polidori bir yazar ya da şair değildi, kendisi etrafı yazarlarla çevrili olan çok başarılı bir doktordu. Ve hayatının dönüm noktası denebilecek döneminde yolu Frankenstein'ın yazarı olan Mary Shelley ile kesişmişti. Bu yüzdendir ki Frankenstein ile Vampir eserlerinin ortaya çıkış hikayeleri neredeyse aynıdır. Polidori'de Shelley gibi hikayesini dünya ile paylaşmak için bir çok zorlu yoldan geçti. Daha sonra ise - ironiktir ki- kitabında yazdığı Vampir karakterini esinlendiği, yanında çalıştığı Lord Byron tarafından ihanete ve psikolojik şiddete maruz kalmasıyla maalesef genç yaşta kendi hayatına son verdi.
Bazı kaynaklarda Lord Byron oldukça yardımsever ve iyi kalpli bir insan olarak geçse de onu yakından tanıyanlar tarafından fazla sevilmediğini biliyoruz. Vampir kitabındaki Lord Ruthven'in de Lord Byron'dan esinlenildiğini düşünürsek bu durumu daha iyi anlayabiliriz. Polidori'den bir korku hikayesi yazması istenildiğinde aklına gelen ilk şeyin Lord Byron tarafından maruz bırakıldığı kötü muameleler olması ve bunun üzerine herkesin sevdiği fakat aslında kan emici bir canavar olan bir karakter yaratması onun yakınlarına karşı gösterdiği suistimalin belki de en somut örneği. Bu konuyla ilgilenenlere Frankenstein yazımda bahsettiğim "Mary Shelley" filmini izlemelerini tavsiye ederim. Her ne kadar Mary Shelley ile ilgili bir film olsa da Polidori ve Lord ile ilgili olayların da bir kısmını görüyoruz.
Bu konu hakkında benim şahsi görüşüm ise onun oldukça manipülatif bir kişiliğe sahip olduğu ve bu özelliğini halka karşı taktığı hayırseverlik maskesiyle gizlemiş olduğu yönünde.
Vampir, kısa hikaye tarzında olduğu için bir gün içerisinde rahatlıkla bitirebileceğiniz bir eser. Özellikle korku konulu kitapları sevenlerin severek okuyabileceği harika bir klasik eser.
Ayrıca Lord Byron'un Yunanistan'daki Vampir hikayesinin de geçtiği yer olan evi günümüzde ziyarete açıktır.
VAMPİR
Reviewed by Selin
on
13.8.22
Rating:
Hiç yorum yok: