KIZIL

"Binlerce insanın arasında yapayalnız olmanın ne anlama geldiğini bilemezsin." 
   Kızıl, bir süre önce okuyup, bu yazıyı  yazmak ile yazmamak arasında kaldığım bir kitap oldu. Nedeni ise, kitaplarını çok severek okuduğum Stefan Zweig tarafından yazılmış olmasına rağmen hikayede beni rahatsız eden bazı olaylar olması. Kitabı okuyanlar bahsettiğim durumu büyük ihtimalle tahmin etmişlerdir, okumamış olanlar için ise hikayeden bahsedeyim.
   Tıp fakültesini kazanan Berger, okulu için Viyana'ya gelir. Öğrenci olduğu için kalacak yer olarak 13 yaşındaki kızı ile yaşayan dul bir kadının evinden bir oda kiralar. Odasına yerleşir fakat o gece gözüne uyku girmez. Hiç kimseyi tanımadığı büyük bir şehirde tek başına kalmış olması onu daha ilk gecesinden strese sokmaya başlar. Sürekli memleketini, ailesini ve özellikle de kız kardeşini düşünüyordu. Neyse ki ertesi gün onun yanındaki odayı kiralamış olan Schramek ile tanışır. Avukat olduğunu söyleyen Schramek, yaşına göre oldukça iri olan vücudu ve fazla özgüvenli kişiliği ile Berger'in tam zıttı bir karakterdi. Ama belki de ilk tanıştıkları andan itibaren Berger'e iyi davranması ve ona yardımcı olması sonucunda ikisi git gide yakınlaşırlar. Schramek, Berger'e onun daha önce görmediği bir dünyayı tanıtır. Kötü alışkanlıkları ve kadınlarla kolayca anlaşabilmesi Berger'in ona olan hayranlığını arttırıyordu.
    Her ne kadar arkadaş edinmiş olsa da Schramek'in de kendi hayatı vardı ve Berger'de bu hayata dahil olmak istese de Schramek onu ev dışındaki hayatına dahil etmiyordu. Çünkü onun bulunduğu ortamlara ayak uyduramayacağını düşünüyor ve başını belaya sokmasını istemiyordu. Bu durum Berger'in dışlanmış ve yetersiz hissetmesine yol açınca kendini git gide daha da yalnız hissetmeye başlamıştı. Bir başına kaldığı ve bir türlü ayak uyduramadığı bu şehirde son çare olarak ise kendini derslere verdi. Gece gündüz ders çalışıyor, odasından çıkmıyordu. Çıktığında ise ya okula ya da kitap almaya gidiyordu.  Bir süre kendini okulla oyalamayı başarmıştı. Fakat Schramek'in kız arkadaşı Carla ile tanışmasından sonra her şey yine tepetaklak olmaya başladı. Carla, Berger'in saflığından yararlanmaya çalışıyordu. Her seferinde onun duyguları ile oynayıp onu küçük düşürecek hareketlerde bulunuyordu. Fakat bir gün çizgiyi aştı. Bu olaylardan sonra Schramek ile arası iyice açılan Berger, derslerden de uzaklaşmaya başladı. Hatta okula gitmeyi bile  bıraktı. Artık hayatta bir amacı olmadığını düşünüyor ve önceden severek yaptığı hiçbir şeyden zevk alamıyordu. Böylece minik odasında tek başına günlerini geçiriyordu. Derken bir gün ev sahibesinin ağladığını gördü. Odasını kiraladığı günden beri gerekmedikçe konuşmadığı bu kadının varlığını bile unutmuştu. Kadının ağlamasının nedeni ise kızının yakalandığı hastalıktı. Küçük kız kızıl hastalığına yakalanmıştı ve doktorlar hayatının riskte olduğunu söylemişti. Bunu duyan Berger doktor olmak için girdiği bu yolu neden seçtiğini bir kez daha hatırladı. O an o küçük kıza yardım etmesi gerektiğini biliyordu. Hatta belki de ona yardım edebilecek tek kişi olduğunu düşünüyordu, kaybettiği yaşama amacını bulmuştu. 
    Çocukların kızıl hastalığını yetişkinlere göre daha kolay atlatabildiğini biliyordu. Bu yüzden küçük kızın iyileşeceğinden emindi. Her gün ilaçlarını getirip onu elleriyle besliyordu. Kendini daha iyi hissetmesi için ise ona hikayeler anlatıyordu. Ve zamanla küçük kızın güzelliğini de fark etmeye başladı. Ona bakınca kız kardeşini hatırlatıyordu ve kızın yüzüne bakmak Berger'in içini ısıtıyordu. Hatta küçük kız iyileştiğinde ve biraz daha büyüdüğünde onunla evlenebileceğini bile düşünüyordu. 
    Günler böyle geçerken küçük kız yavaş yavaş kendine gelmeye ve iyileşmeye başladı. Herkes bunun mutluluğunu yaşarken Berger ise kontrolsüz arzularının getirdiği acı bir gerçekle yüzleşiyordu. Sonunda belki de yalnızlığından dolayı ortaya çıkan yanlış düşüncelerinin esiri olmuştu ve maalesef ki bunun ağır bir bedeli vardı.
   Diğer yazılarımı okuduysanız Zweig'ın ne kadar severek okuduğum bir yazar olduğunu tahmin edebilirsiniz. Buna rağmen bu yazıyı yazmayı hep erteledim hatta açıkçası hiç yazmamayı düşündüm. Çünkü ilk gördüğümde çok heyecanla aldığım Kızıl, maalesef beni hayal kırıklığına uğrattı. Hikayenin başlarında tamamen yabancı olarak gittiği bir şehirde tek başına yaşamanın zorluğunu, aile ve ev özlemini çok derin bir şekilde işlemesi ve o çaresizliği okuyucuya yansıtması açısından çok ilgimi çekti. Fakat sonlarına geldiğimizde bir üniversite öğrencisinin henüz 13 yaşındaki bir kıza gelecekteki eşi gözüyle bakması açıkçası bana hiç doğru gelmedi ve birçok okuyucunun da bu konuda benimle aynı fikirleri paylaştığını gördüm. Belki de Zweig'ın kafasında kitabı için istediği sona ulaşmasının tek yolu buydu. Ya da psikolojik boşluk içindeki birinin içindeki boşluğu doldurmak için en yakınındaki dala tutunma ihtiyacı hissedeceğini yansıtmak istemiştir. Her ne kadar doğru bir seçim olmasa da... Tabii ki bütün bunları kitabın yazıldığı dönemdeki düşünce yapıları ve toplum ahlakı da etkilemiş olabilir.  
KIZIL KIZIL Reviewed by Selin on 1.5.22 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.