FRANKENSTEİN

"Cinayetle itham ediyorsun beni, ama vicdanın hiç sızlamadan hazırsın kendi yarattığını öldürmeye. Ah, şu insanın sonsuz adaletine bakın hele!"
    Herkes Frankenstein ismini duymuştur fakat hakkında bilinen şeylerin birçoğu maalesef yanlış. Gotik edebiyatının en popüler örneklerinden biri olan Frankenstein, 1818 yılında Mary Shelley tarafından yazılmıştır. O yıllarda genç bir kadın olan Mary, kadınların ciddiye alınmadığı bir dünyada büyük çabalar sarf ederek ve bunun yanında büyük acılar çekerek eserini yayımlatmayı başarabilmiş. Sadece bu yönüyle bile takdir edilesi bir eser olmasının yanı sıra hikayesi de çığır açıcı nitelikte.
    Eserin arkasındaki olaylardan önce hikayenin kendisinden bahsedecek olursak, kitabımız bir dizi mektupla başlıyor. Bu mektuplar hikayeyi bize anlatan karakterin gemiyle çıktığı uzun yolculuktan kız kardeşiyle olan haberleşmelerini ve Dr. Frankenstein ile karşılaşmasını içeriyor. Her şeyin başladığı yer olan o gemi Victor için her şeyin bittiği yerdi. 
    Victor Frankenstein, küçüklüğünden beri kendini bilime ve doğanın gizemlerini çözmeye adamıştır. Hayatının ilerleyen zamanlarında da bu yolda ilerleyip herkesin imkansız olarak gördüğü şeyi yapmayı kafasına koyar. Victor, yoktan var etmek, kendini herkese kanıtlayıp bilime yeni bir yön vermek istiyordu. Kimse ona inanmasa da onun kendine olan inancı o kadar kuvvetliydi ki bir saniye bile şüpheye düşmeden araştırmalarına devam etti. Herkesten gizli bir şekilde yaptığı deneyleri sonunda meyvesini vermeye başlamıştı ve kasvetli bir kasım gecesi imkansız gerçekleşti. Frankenstein'ın canavarı o gece dünyaya geldi. Gözlerini açtığında karşılaştığı ilk manzara ise yaratıcısının ondan kaçması oldu. Doktor, parçaları ne kadar özenerek bir araya getirse de yarattığı bu varlık, canlanması ile birlikte katlanılamaz bir çirkinliğe bürünmüştü. O kadar korkmuştu ki bir süre kendi evine giremedi ve cesaretini toplayıp geri döndüğünde ise canavarın evinden gittiğini fark ederek rahat bir nefes aldı. Ve belki de bundan sonra bir daha hiç rahat nefes alamadı. 
    Güvende olduğunu düşünüyordu fakat gölgelerde onu takip eden ölümü fark etmesi çok uzun sürmedi. Küçük erkek kardeşi William ile başlayarak bütün sevdiklerini teker teker kaybetmeye başladı. Bu sırada yaptığı bu büyük hatadan kimseye bahsedemedi ama bütün bunların nedeninin o canavar olduğunu anlamıştı. Kendi canavarıydı bunları yapan. Yaratmak için ömrünü adadığı canavarını gözlerini açtığı an terk etmişti, ondan kaçmıştı. O da bunun bedelini ödetmek için her şeyi yapmaya hazırdı. 
    Hikayenin diğer tarafında ise göründüğü gibi korkunç ve acımasız bir varlık yoktu aslında. Dünyaya kendi rızası dışında getirilen, gözlerini açtığı andan itibaren sevgi ve merhamet görmeyen, aile kavramını bilmeyen ve asla çocukluk duygusunu hissedememiş olan bu varlık için de hayat hiç kolay olmamıştı. Yardım eli aradığı her yerden şiddet görerek kovulmuş ve hayatı kendi başına öğrenmek zorunda kalmıştı. Karanlıkta saklanırken konuşmayı ve okumayı öğrenip bilinç sahibi olmuştu. Sonrasında ise çektiği bu acıların ve yalnızlığın kaynağına gitmeye karar vermişti, yaratıcısına. Fakat bu sefer dersini almıştı artık Frankenstein'ın yanına merhamet için değil intikam için gidiyordu. Kendisine çektirdiği acıların karşılığında o da acı çektirmek istiyordu. Öyle de yaptı fakat yine de son bir kez daha Doktor ile konuşup ona hikayesini anlatmak istedi. Yaşadıklarını anlattıktan sonra onu yalnız bırakmasının karşılığında bir anlaşma teklif etti. Çaresiz kalan Doktor Frankenstein bu anlaşmayı kabul etse de bir süre sonra kararını değiştirip canavarını bir kez daha sırtından bıçakladı. Ve bu belki de canavarı yaratmasından sonra yaptığı en büyük hataydı. 
    Böylece kaybedilen hayatların ve çekilen acıların sonu gelmedi, Dr. Viktor Frankenstein ise hırsına kapılarak mahvettiği hayatların vicdan azabı içinde kendi sonuna doğru ilerledi. 
                           
    Mary Shelley, gotik edebiyatının belki de en ünlü eseri olan Frankenstein'ı yazdığında sadece 19 yaşındaydı. Babasının da yazar olmasından dolayı küçüklüğünden beri edebiyatın ve kitapların içinde olmasına karşın genç bir kadının kitap yazması kabul edilemez bir durumdu. Bu yüzdendir ki hiçbir yayın evi onun kitabını basmayı kabul etmedi. Bir kadının elinden çıkmasının yanı sıra oldukça ürkütücü ve karanlık bir hikayeydi ve o dönemin düşüncesine göre bu bir hanımefendiye hiç yakışmazdı. Ancak şair ve yazar olan kocasının giriş kısmını yazması şartı ile sonunda "Frankenstein Ya Da Modern Prometheus" anonim olarak edebiyata kazandırıldı. İlerleyen yıllarda ise babası tarafından Mary Shelley'nin ismi de kitaba eklendi.
    Daha sonra defalarca beyaz perdeye uyarlanan bu eser maalesef ki zamanla orijinalinden oldukça uzaklaştırıldı. Örneğin filmlerde gördüğümüz çatıya düşen yıldırım ile canavarın canlandığı sahne gerçeğin dramatize edilmiş halinden başka bir şey değil. Ayrıca izleyicilerin sempatisini kazanmış olan Igor karakteri de aslında kitapta olmayan bir karakter. Viktor Frankenstein'ın hiçbir zaman bir asistanı olmadı. Bunun gibi birçok eksik ve fazlası olan filmlerin eserin barındırdığı duygusallığı öldürdüğünü düşünüyorum. Son olarak değinmek istediğim ve herkes tarafından bilinen en büyük yanlış ise, Frankenstein'ın canavarın ismi olmaması. Dr. Viktor Frankenstein, canavarı yaratan doktorun ismidir. Ne üzücü ki canavarın bir ismi bile yoktu.
    Bu eser ve yazar ile ilgili burada bahsedemeyeceğim daha birçok detay mevcut. Kitabın ortaya çıkış hikayesi ve yazarın hayatıyla ilgili daha çok şey öğrenmek isterseniz 2017 yapımı olan "Marry Shelley" isimli filmi izlemenizi tavsiye ederim. Marry'nin hayatında yan karakter diyebileceğimiz insanlar da edebiyata katkısı olmuş ve ilginç hikayelere sahip isimler. Filmde bu isimleri de daha yakından tanıma fırsatımız oluyor.
    Korku ve dramın harmanlanmış hali olan "Frankenstein Ya Da Modern Prometheus" herkesin empati yeteneğini geliştirmek için okuması gereken bir eser. 
FRANKENSTEİN FRANKENSTEİN Reviewed by Selin on 23.4.22 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.